Durum, dram, drum

Durum, dram, drum

2 Aralık 2011 Cuma

sevgili blok, şaşı frenç presimi kırdı bugün.. bir geldim odaya alet yerinde değil. temizlememiş de üstelik. maceranın devamı... az sonraaaaaaaaaaa


    • az sonra dedik 23, saat geçmiş... gelelim şaşıya; şaşı dediğime bakmayın çok seviyorum kendisini, Pakistanlı otel görevlisi Münavara (erkek), ailesi Pakistan'da. çocuk yapmaya çalışıyorlarmış, bir türlü olmuyor, ben gelmeden az önce yine düşük yapmış eşi.. Bu bilgiler Yılmaz'dan, yoksa biz çoğunlukla bakışarak anlaşıyoruz Münavara'yla. İngilizce probleminden ötürü. onun grameri iyi telafuzu kötü, benim ise tam tersi.. kelime haznelerimizde hiç çakışmıyor. neyse baştan anlatayım: geldim kampa, ayhan şef ile kahve içelim dedik, ayhan şef brezilyalı, ben de ona bir güzellik yapayım, sınırlı filitre kahvemden bir miktarını onunla paylaşayım beraber içelim derrken.. odaya gidince bir de ne göreyim: frenç pres yok yerinde. baktım, yerlere cam parçalarını buldum.. çıktım Münavara'yı aramaya. sonra konteynırlar arasında bir saklambaç başladı. o kaçtı ben kovaladım. ben kaçtım o kovaladı. bu arada ayhan şef, televizyon odasında su kaynatmakla meşgul. ketıl de bozulmuş arasına kağıt sıkıştırmışlar bazan çalışıyor bazan çalışmıyor. neyse.. derken Münavara'yla kavuştuk. Dedim ki: "yu brok may frenç pres my frend". dedi ki:" ğuuuu ay no sii, puting the lağndırıt, ay hörd the voice of broken glas" dedim ki:" e ciğerim bakmadan ayı gibi sallarsan çamaşır torbasını içeri (ki öyle olmuş, konteynırın kapıyı açıp içeri girmeden torbayı sallamış nonoş..) olur tabi böyle şeyler" dedi ki:" i am sorry very very sori sör" dedim ki:" sör deme lan bana düdük, canın sağolsun, süzmeden içeriz bundan sonra napalım" anlamadı tabi güldü, tokalaştı benimle. sonra odaya geldi elinde süpürge, cam kırıklarını toplamaya. bu arada ben toplamıştım bile yerdeki kalıntıları. olayı canlandırdı. gitti. ben de ayhan şef'e gidip durumu izah ettim. sağolsun o da anlayışla karşıladı. akşam behzat ç. seyrettik ben, yılmaz, necmi, ahmet, volkan. hiç beğenmedim, hiç olmamış diyeceğim nerdeyse, son sahneyle toparladı biraz. yönetmen kötü yönetmiş, senaryo sıçık, aceleyle çekmişler galiba, figürasyonlar herzamanki gibi berbat.. üstüne bir de uykusuz kaldık mı? sabah ta toplantı var bruno ve kılif'le.. zor uyandım, kahvaltı edemiyorum zaten biliyorsun. ofise gittim ki gelmiş hazır ağbiler.. hay ... ben daha felafelimi yememişim. apar topar felafelciye gittim. aldım geldim. acele etme dediler, kahve sigara falan.. toplantıdan sonra biraz çalıştım. yine karnım acıktı. saat 11 falan olmuştu. kalan ekmeğin yarısını mikrodalgaya koydum. yandı. bütün ofisi inceden bir duman ve yanık ekmek kokusu kapladı. ekmeği fırından alırken elim de yandı. işaret parmaamın ucu azıcık acıyo hala.. millet huysuzlandı ne kokuyo ya böyle? ne yandı lem? homur.. homur.. filan derken bir saat sonra ingilizleden biri de körili bişi ısıttımı fırında.. yani allah günah yazmasın: "bok gibi koktu, neyse yediği yemek hıyarın" ofiste "violance" gelişti anlayacağın.. herkes ingilize daha fazla sinir oldu.. heh heeee... bana da oldular da hissettirmediler hesapta.. sonra biraz daha çalıştım, akşam üstü portakal elma yiyip mesaiyi bitirdik.. spor salonu yaptılar kampa bu arada... taylandlılar.. diğer fasilitelerin inşaatı da devam ediyor. spor yapalım diye tutturuyor bizimkiler. ne sıporu lem. daaalın lan diyorum. kaçışıyorlar. belki de tam böyle olmuyor da olabilir. neyse yeter şimdilik, görüşürüs sevgili blok, hşçkl.

      14 Kasım, 18:00

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder