Durum, dram, drum

Durum, dram, drum

27 Kasım 2011 Pazar

bir öykü


yine, M. Z. Saçlıoğlu'dan; bu kez, Beş Ada adlı öykü kitabının ilk öyküsü:


Birinci Masal
Heykelci, bir gece, bir meleğin dokunuşuyla uyandı. Melek, ona, Tanrı’nın artık bir torun istediğini söyledi.
Heykelci:
- Tanrı’nın yüzlerce ırktan, yüzbinlerce kuşaktan, ölmüş ve yaşayan milyarlarca torunu var ya, dedi.
- Sen, sabahları, atölyende, geceden kalmış olan ekmek kırıntılarının yüzlerce karınca tarafından bölüşülüp taşındığını gördüğünde, tüm karıncaları nasıl tek bir karınca gibi düşünürsen; o da Dünya üzerindeki tüm insanları tek bir insan, yarattığı ilk insan olan Adem gibi görür. Yani sen ve milyarlarca kardeşin Tanrının gözünde tek bir insansınız, Adem ile aynısınız. Sizler birbirinizin çocuğu, torunu olabilirsiniz ama, Tanrı’nın yalnızca çocuğusunuz, diye yanıtladı Melek.
- Benim ne ilgim var bu işle, beni uyandırdın, korkuttun, diye sızlandı Heykelci.
- Tanrı, senin çocuğunu, görmek istiyor, dedi Melek. Cinsel organınla değil, aklın ve becerikli parmaklarınla yarattığın çocuğunu. Sen, Dünya’nın kırk ülkesinden seçilmiş kırk heykelciden birisin. Şu anda yalnızca seninle konuştuğumu sanıyorsun; ötekiler de böyle sanıyor; ama aslında hepinizle birlikteyim. Senin anlayacağın, benim kırk görüntüm aynı anda kırk kişiyle konuşuyor. Size uzun bir süre tanıdı Tanrı. Sağlıklı uzun bir ömür. Hemen çalışmaya başla. Kırkınızdan yalnızca birinizin, tüm yaşamı boyu yaptıklarının arasından tek bir heykeli seçecek ve ona Adem’e verdiği soluğu verecek. Canlanan bu heykeli alıp Adem’in ve tüm soyunun kovulduğu cennet bahçesine götürecek. Böylelikle Tanrı’nın yarattıkları bu lanetli topraklarda yaşamayı sürdürürken, insanın yarattığı kutsanmış topraklarda çoğalacak. Biliyorsun; torun çocuktan daha çok sevilir.
Heykelci:

- Bizi bu kadar zahmete sokmasına ne gerek var Tanrı’nın. İstese bunları kendisi gerçekleştiremez mi; zaten olan bitenler, yaptığımızı sandığımız her şey, onun izniyle “Yazgı” adı altında gerçekleşmiyor mu? diye sordu.
- Tanrı, siz kırk kişinin üzerinden “İzni”, “Yazgı”yı, “Ödül”ü ve “Ceza”yı kaldırdı, dedi Melek. Sizler artık izinsiz, yazgısız, ödülsüz ve cezasızsınız. Artık bağımsızsınız. Parmağınızın değdiği kilde Tanrı’nın hiçbir izi olmayacak. Size, Midas’a verdiği güçten fazlasını verdi. O yalnızca altın istemişti. Ama sizin ne çok şey istediğinizi biliyor Tanrı. Uymanız gereken tüm kuralları da kaldırdı üzerinizden. Kili demire, demiri suya, suyu sese çevirebilirsiniz. Sizin, ona, kendisinden hiçbir iz taşımayan torunlar vermenizi istiyor. Size verdiği güç, kendini bile yok edebilecek bir güçtür. Bunun da tek bir nedeni var: Tanrı bile çocuğunu yaratır ama çocuğunun çocuğunu yaratamaz.
- Yalnızca kırk kişi miyiz? diye sordu Heykelci. Bu büyük sorumluluğun kırk kişiyle bile paylaşılsa taşınamayacağını düşünüyordu.
- Torun vermek için çalışacak kırk heykelcisiniz. Kırk görevli daha var, dedi Melek.
- Onlar ne iş yapacak, diye sordu Heykelci.
- Onlar da Tanrı’nın başka bir gereksinimini giderecek. Biliyorsun, Tanrı öncesizlikten beri var, sonrasızlığa kadar da var olacak. Bu ona büyük bir acı veriyor. Evrimin sonsuz aynasına bakıp durmadan soruyor, beni kim yarattı, benden önce ne vardı, diye. Bu, senin anlayabileceğin gibi düşünürsek; baba sevgisini tadamamanın verdiği eksiklik gibi birşey, dedi Melek. Tanrı’nın sorduğu bu sorular yanıtını da getirdi, doğal olarak. Evrensel bir kuraldır. Sorular sözle soruluyorsa yanıtları da sözle verilir. Sorular “Söz”e soruluyorsa, yanıtları da “Söz” verir. Tanrı kendinden önce Söz’ün varolduğunu bulunca, bunların hangi sözler olduğunu merak etti. Tanrı bile, nasıl torununu yaratamazsa, babasını da yaratamaz. Babasını bulma işini de şairler verdi; kırk şaire.
- Başaracak olanın şiirine de cennet sözü verildi mi? diye sordu Heykelci.
- Sözlerin cennete gereksinimi yoktur. Sözler, kayan göktaşları gibi cennetin, cehennemin, dünyaların ve Tanrı’nın hem dışında, hem içindedir. Tanrı, bu kayan göktaşlarının bir düzene getirilmesini istedi şairlerden. Nasıl ki aynı harfler, belli bir sıraya girdiğinde en kötü sözcükleri, başka bir sıraya girdiklerinde ise Tanrı’nın adlarını oluşturuyorlar; Tanrı da bir zamanlar kendisini oluşturmuş; ama sonra, yörüngeden çıkan gezegenler gibi dağılıp gitmiş olan düzeni arıyor. İşte şairleri bu iş için görevlendirdi.
- Peki bulunca ne olacak? diye sordu Heykelci.
Meleğin sesi de görüntüsü ile birlikte yavaş yavaş azalırken, son sözleri şunlar oldu:
- Bunu ben bilmiyorum, sanırım Tanrı da bilmiyor. Şairlere yalnızca “Bulun!” dedi.

M.Z.Saçlıoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder