yine, M. Z. Saçlıoğlu'dan; bu kez, Beş Ada adlı öykü kitabının ilk öyküsü:
Birinci Masal
Heykelci, bir gece, bir meleğin dokunuşuyla uyandı. Melek,
ona, Tanrı’nın artık bir torun istediğini söyledi.
Heykelci:
-
Tanrı’nın yüzlerce ırktan, yüzbinlerce kuşaktan, ölmüş ve yaşayan milyarlarca
torunu var ya, dedi.
- Sen,
sabahları, atölyende, geceden kalmış olan ekmek kırıntılarının yüzlerce karınca
tarafından bölüşülüp taşındığını gördüğünde, tüm karıncaları nasıl tek bir
karınca gibi düşünürsen; o da Dünya üzerindeki tüm insanları tek bir insan,
yarattığı ilk insan olan Adem gibi görür. Yani sen ve milyarlarca kardeşin
Tanrının gözünde tek bir insansınız, Adem ile aynısınız. Sizler birbirinizin
çocuğu, torunu olabilirsiniz ama, Tanrı’nın yalnızca çocuğusunuz, diye
yanıtladı Melek.
-
Benim ne ilgim var bu işle, beni uyandırdın, korkuttun, diye sızlandı Heykelci.
-
Tanrı, senin çocuğunu, görmek istiyor, dedi Melek. Cinsel organınla değil,
aklın ve becerikli parmaklarınla yarattığın çocuğunu. Sen, Dünya’nın kırk
ülkesinden seçilmiş kırk heykelciden birisin. Şu anda yalnızca seninle
konuştuğumu sanıyorsun; ötekiler de böyle sanıyor; ama aslında hepinizle
birlikteyim. Senin anlayacağın, benim kırk görüntüm aynı anda kırk kişiyle
konuşuyor. Size uzun bir süre tanıdı Tanrı. Sağlıklı uzun bir ömür. Hemen çalışmaya
başla. Kırkınızdan yalnızca birinizin, tüm yaşamı boyu yaptıklarının arasından
tek bir heykeli seçecek ve ona Adem’e verdiği soluğu verecek. Canlanan bu
heykeli alıp Adem’in ve tüm soyunun kovulduğu cennet bahçesine götürecek.
Böylelikle Tanrı’nın yarattıkları bu lanetli topraklarda yaşamayı sürdürürken,
insanın yarattığı kutsanmış topraklarda çoğalacak. Biliyorsun; torun çocuktan
daha çok sevilir.
Heykelci:
- Bizi
bu kadar zahmete sokmasına ne gerek var Tanrı’nın. İstese bunları kendisi
gerçekleştiremez mi; zaten olan bitenler, yaptığımızı sandığımız her şey, onun
izniyle “Yazgı” adı altında gerçekleşmiyor mu? diye sordu.
-
Tanrı, siz kırk kişinin üzerinden “İzni”, “Yazgı”yı, “Ödül”ü ve “Ceza”yı
kaldırdı, dedi Melek. Sizler artık izinsiz, yazgısız, ödülsüz ve cezasızsınız.
Artık bağımsızsınız. Parmağınızın değdiği kilde Tanrı’nın hiçbir izi olmayacak.
Size, Midas’a verdiği güçten fazlasını verdi. O yalnızca altın istemişti. Ama
sizin ne çok şey istediğinizi biliyor Tanrı. Uymanız gereken tüm kuralları da
kaldırdı üzerinizden. Kili demire, demiri suya, suyu sese çevirebilirsiniz.
Sizin, ona, kendisinden hiçbir iz taşımayan torunlar vermenizi istiyor. Size
verdiği güç, kendini bile yok edebilecek bir güçtür. Bunun da tek bir nedeni
var: Tanrı bile çocuğunu yaratır ama çocuğunun çocuğunu yaratamaz.
-
Yalnızca kırk kişi miyiz? diye sordu Heykelci. Bu büyük sorumluluğun kırk
kişiyle bile paylaşılsa taşınamayacağını düşünüyordu.
-
Torun vermek için çalışacak kırk heykelcisiniz. Kırk görevli daha var, dedi
Melek.
-
Onlar ne iş yapacak, diye sordu Heykelci.
- Onlar da Tanrı’nın başka bir gereksinimini
giderecek. Biliyorsun, Tanrı öncesizlikten beri var, sonrasızlığa kadar da var
olacak. Bu ona büyük bir acı veriyor. Evrimin sonsuz aynasına bakıp durmadan
soruyor, beni kim yarattı, benden önce ne vardı, diye. Bu, senin
anlayabileceğin gibi düşünürsek; baba sevgisini tadamamanın verdiği eksiklik
gibi birşey, dedi Melek. Tanrı’nın sorduğu bu sorular yanıtını da getirdi,
doğal olarak. Evrensel bir kuraldır. Sorular sözle soruluyorsa yanıtları da
sözle verilir. Sorular “Söz”e soruluyorsa, yanıtları da “Söz” verir. Tanrı
kendinden önce Söz’ün varolduğunu bulunca, bunların hangi sözler olduğunu merak
etti. Tanrı bile, nasıl torununu yaratamazsa, babasını da yaratamaz. Babasını
bulma işini de şairler verdi; kırk şaire.
- Başaracak
olanın şiirine de cennet sözü verildi mi? diye sordu Heykelci.
-
Sözlerin cennete gereksinimi yoktur. Sözler, kayan göktaşları gibi cennetin,
cehennemin, dünyaların ve Tanrı’nın hem dışında, hem içindedir. Tanrı, bu kayan
göktaşlarının bir düzene getirilmesini istedi şairlerden. Nasıl ki aynı
harfler, belli bir sıraya girdiğinde en kötü sözcükleri, başka bir sıraya
girdiklerinde ise Tanrı’nın adlarını oluşturuyorlar; Tanrı da bir zamanlar
kendisini oluşturmuş; ama sonra, yörüngeden çıkan gezegenler gibi dağılıp
gitmiş olan düzeni arıyor. İşte şairleri bu iş için görevlendirdi.
- Peki
bulunca ne olacak? diye sordu Heykelci.
Meleğin sesi de görüntüsü ile birlikte yavaş yavaş
azalırken, son sözleri şunlar oldu:
- Bunu
ben bilmiyorum, sanırım Tanrı da bilmiyor. Şairlere yalnızca “Bulun!” dedi.
M.Z.Saçlıoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder