Durum, dram, drum

Durum, dram, drum

30 Kasım 2011 Çarşamba

mozaik pastaya benzeyen üçgen piramit beton blok içindeki felafel...


yazılarımı gurme, oburluk, yemek vb. üzerine kurguladığımı, belki de doğal yollarla içten gelenin bu olduğunu farketmişsindir sevgili blok. blok sözcüğü başka bir formda çıkmıştı karşıma,
buraya ilk geldiğimde..
dün sabah çıkan kahvaltının kötülüğünü bir kez daha iliklerimde hissettim... heh heee
"gülecek ne var?" dediğini duyar gibiyim.
zorda kalmak bir kez daha yeni bir kapı açacaktı önüme ve ben bunun farkında değildim. kahvaltımız; en kimyasal iki çeşit zeytin, normalin üçte biri kalınlıkta beyaz tost ekmeği, (istediğin kadar alabiliyorsun sorun miktar değil kalite), bir krem peynir,domates, türlü reçeller, istediğin usulde pişirilmiş yumurta, çay, kahve, meyva suyu, bal, zeytinyağı, envayi çeşit gevrek(mısır, pirinç, çukolatalı yulaflı dalgalar), süt ve belki hatırlayamadığım benzer çeşitlerden oluşuyor. yazınca göze iyi görünmekle beraber hiçbiri damak zevkime hitap etmiyor. zevki bırak yenecek tarafları yok, hepsi ama hepsi en ucuz, en dandik, market malzemeleri.. (bakalım bu şımarıklığımın sonu nereye varacak) öğle yemeği de si..iri..ktan olunca bünye tepki vermeye başladı burdaki yirminci günüm olduğunu da ayrıca belirteyim. daha önce anlattığım üzere pazara gitme şansımız yok, sokak dahi yok. hal böyle olunca açlık ruhumda öyle bir taşkın yarattı ki bilinç ortadan çekilmek yoluna gitmeye karar verdi. ama dur dedim "güzel ofelya geliyor".

ve kendimi ofelyanın kollarına bıraktım. bana body armırımı giydiren ofelya, elimden tutup james'in yanına götürdü. "ceymis" dedim. ama konuşan ben değildim. ofelya'nın suflajıyla konuşuyordum. "şu, nizamiyenin yanındaki, mozaik pastaya benzeyen üçgen piramit beton bloğun içindeki dükkanda, felafel sandöviç satılıyormuş doğru mu?" dedim. James salağı anlamadı, çünkü ofelyanın ağır ingilizcesi onun için bile çok ağırdı. Ali Kazım'ı çağırdı.
(Bimeyenler için not: Ali Kazım ve James bizim tüfek taşıyan koruma arkadaşlarımız. Onlar ofelya gibi değiller, gerçek, etten kemikten insanlar) Ali Kazım,"yes" dedi. "felafel var" var dedi. felafel; bakliyatların haşlanıp ezilmesi, ortaya çıkan karışımın köfte biçimine getirilip kızartılmasıyla oluşan, on numara bir yiyecek. Ali Kazım gülümseyerek beni dükkana götürdü. Dükkan dediğim şey, işte bu yazıya ismini veren tamlamanın başındaki üçgen piramit beton blok idi. Bir zamanlar savaş barikatı olan blok şimdi bir seyyar satıcının güneş korunağı olmuştu. Piramitin önü insan doluydu. 3-4 metre yüksekliğinde üç boyutlu bir üçgen piramit pasta düşün, bunun bir diliminin içinin yine üçgen şeklinde oyulduğunu düşün, bir de bu pastanın betonarme olduğunu düşün, ki yer yer etriyeleri bile görünüyor. Hah işte bahsettiğim şey böyle birşey...
içinde de adam felafel satıyor. beni gören kalabalık maymun görmüş insan tepkisi verdi. ve kenara çekildiler. onlar kenara çekilince ben durdum. Ali Kazım ileri atıldı ve felafeli aldı, parasını da o verdi. "napıyon biraderim? çok sağol ama ..." dedim.
"we are family" dedi. hiç onunla polemiğe girecek halim yoktu felafelimi aldım. hayatımda yediğim en lezzetli şeylerden birini yiyordum. günümün devamı fıstık gibi geçecekti. bu arada basralılar felafel'i felafil diye telafuz ediyorlar. ekmeğin içine köfteyi kırıp üstüne yeşillik domates ve birtakım soslar, (tahinli bir sos da var) koyup
yiyorlar. bizim ekipte bunu deneyen galiba ilk ben oldum ve galiba artık her gün yemeye devam edeceğim. savaş mağduru ve işgal altındaki bu perişan zavallı ülkenin insanları benim gibi işbirlikçi bir maymunla felafellerini paylaşacak kadar yüce gönüllüler.. çok sağol insanlık...
18 Ekim, 20.05saat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder