yazılarımı gurme, oburluk, yemek vb. üzerine kurguladığımı, belki de
doğal yollarla içten gelenin bu olduğunu farketmişsindir sevgili blok.
blok sözcüğü başka bir formda çıkmıştı karşıma,
buraya ilk geldiğimde..
dün sabah çıkan kahvaltının kötülüğünü bir kez daha iliklerimde hissettim... heh heee
"gülecek ne var?" dediğini duyar gibiyim.
zorda kalmak bir kez daha yeni bir kapı açacaktı önüme ve ben bunun
farkında değildim. kahvaltımız; en kimyasal iki çeşit zeytin, normalin
üçte biri kalınlıkta beyaz tost ekmeği, (istediğin kadar alabiliyorsun
sorun miktar değil kalite), bir krem peynir,domates, türlü reçeller,
istediğin usulde pişirilmiş yumurta, çay, kahve, meyva suyu, bal,
zeytinyağı, envayi çeşit gevrek(mısır, pirinç, çukolatalı yulaflı
dalgalar), süt ve belki hatırlayamadığım benzer çeşitlerden oluşuyor.
yazınca göze iyi görünmekle beraber hiçbiri damak zevkime hitap etmiyor.
zevki bırak yenecek tarafları yok, hepsi ama hepsi en ucuz, en dandik,
market malzemeleri.. (bakalım bu şımarıklığımın sonu nereye varacak)
öğle yemeği de si..iri..ktan olunca bünye tepki vermeye başladı burdaki
yirminci günüm olduğunu da ayrıca belirteyim. daha önce anlattığım üzere
pazara gitme şansımız yok, sokak dahi yok. hal böyle olunca açlık
ruhumda öyle bir taşkın yarattı ki bilinç ortadan çekilmek yoluna
gitmeye karar verdi. ama dur dedim "güzel ofelya geliyor".
ve
kendimi ofelyanın kollarına bıraktım. bana body armırımı giydiren
ofelya, elimden tutup james'in yanına götürdü. "ceymis" dedim. ama
konuşan ben değildim. ofelya'nın suflajıyla konuşuyordum. "şu,
nizamiyenin yanındaki, mozaik pastaya benzeyen üçgen piramit beton
bloğun içindeki dükkanda, felafel sandöviç satılıyormuş doğru mu?"
dedim. James salağı anlamadı, çünkü ofelyanın ağır ingilizcesi onun için
bile çok ağırdı. Ali Kazım'ı çağırdı.
(Bimeyenler için not: Ali
Kazım ve James bizim tüfek taşıyan koruma arkadaşlarımız. Onlar ofelya
gibi değiller, gerçek, etten kemikten insanlar) Ali Kazım,"yes" dedi.
"felafel var" var dedi. felafel; bakliyatların haşlanıp ezilmesi, ortaya
çıkan karışımın köfte biçimine getirilip kızartılmasıyla oluşan, on
numara bir yiyecek. Ali Kazım gülümseyerek beni dükkana götürdü. Dükkan
dediğim şey, işte bu yazıya ismini veren tamlamanın başındaki üçgen
piramit beton blok idi. Bir zamanlar savaş barikatı olan blok şimdi bir
seyyar satıcının güneş korunağı olmuştu. Piramitin önü insan doluydu.
3-4 metre yüksekliğinde üç boyutlu bir üçgen piramit pasta düşün, bunun
bir diliminin içinin yine üçgen şeklinde oyulduğunu düşün, bir de bu
pastanın betonarme olduğunu düşün, ki yer yer etriyeleri bile görünüyor.
Hah işte bahsettiğim şey böyle birşey...
içinde de adam felafel
satıyor. beni gören kalabalık maymun görmüş insan tepkisi verdi. ve
kenara çekildiler. onlar kenara çekilince ben durdum. Ali Kazım ileri
atıldı ve felafeli aldı, parasını da o verdi. "napıyon biraderim? çok
sağol ama ..." dedim.
"we are family" dedi. hiç onunla polemiğe
girecek halim yoktu felafelimi aldım. hayatımda yediğim en lezzetli
şeylerden birini yiyordum. günümün devamı fıstık gibi geçecekti. bu
arada basralılar felafel'i felafil diye telafuz ediyorlar. ekmeğin içine
köfteyi kırıp üstüne yeşillik domates ve birtakım soslar, (tahinli bir
sos da var) koyup
yiyorlar. bizim ekipte bunu deneyen galiba ilk ben
oldum ve galiba artık her gün yemeye devam edeceğim. savaş mağduru ve
işgal altındaki bu perişan zavallı ülkenin insanları benim gibi
işbirlikçi bir maymunla felafellerini paylaşacak kadar yüce gönüllüler..
çok sağol insanlık...
18 Ekim, 20.05saat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder